Okan Geçgel

Tarih: 20.08.2025 22:32

Kürt sorunu değil, Kürtlerin sorunu

Facebook Twitter Linked-in

 

Kürt sorunu değil, Kürtlerin sorunu

Yıllarca kendi dillerinde türkü söylemeleri dahi yasaklanan, çocuklarına istedikleri isimleri koymalarına izin verilmeyen, çarşıda pazarda ana dillerinde konuşmaları bile suç sayılan Kürtler… Cuntacı zihniyetin yasakçı uygulamalarına maruz kalan bu halkın en temel insani talepleri, o dönemlerde görmezden gelindi.

Oysa talep ettikleri şeyler ne kadar basitti: Ana dilinde konuşmak, türküsünü söylemek, kimliğini özgürce yaşamak ve huzurlu bir hayat sürmek… Fakat bu haklar, dönemin otoriter zihniyeti tarafından engellendi.

Kürtler, genel anlamda inançlı, vatanına ve milletine bağlı insanlardır. Özellikle Şafii mezhebine mensup Kürt toplumu, hiçbir zaman terörle anılmamış, teröre destek vermemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nden ayrılmak, ayrı bir devlet ya da özel bölge talebinde bulunmamıştır. Bu halk, bin yıllardır Türklerle omuz omuza yaşamış, sevinçte ve kederde ortak olmuş, vatan toprağını kendi canı gibi korumuştur.

---

Tarihsel Süreçte Yasaklar ve Kırılma Noktaları

1925 – Şeyh Said İsyanı sonrası dönem:
İsyanın bastırılmasının ardından çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ve devamında uygulanan sert güvenlik politikaları, Doğu ve Güneydoğu’da toplumsal baskıyı artırdı. Kürtçe yayınlar, şiirler, şarkılar yasaklandı. Yerleşim yerlerinin isimleri Türkçeleştirildi.

1960 Darbesi ve sonrası:
27 Mayıs 1960 darbesiyle birlikte ülkedeki tüm siyasi dengeler sarsıldı. Darbe sonrası Kürt kimliğine yönelik resmi tutum sertleşti; Kürtçe konuşmak kamu alanlarında yasaklandı.

12 Eylül 1980 Darbesi:
Asıl kırılma noktalarından biri 12 Eylül’dü. Darbe sonrası Diyarbakır Cezaevi, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti. İnsanlar kendi dillerinde konuştukları için işkence gördü, türküler yasaklandı, çocuklara Kürtçe isim konulması engellendi.

Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan işkenceler, Kürt halkının hafızasında derin yaralar açtı. Bu yaralar, ilerleyen yıllarda terör örgütlerinin propagandaları için verimli bir zemin oluşturdu.

1990’lı yıllar – Köy boşaltmaları ve faili meçhuller:
PKK terörü ile devletin sert güvenlik politikaları arasında kalan binlerce masum Kürt vatandaşı, köylerinden göç etmek zorunda kaldı. Faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar, köy yakmalar, Kürt halkının devlete olan güveninde ciddi yaralar açtı.

---

İnançlı Kürtlerin İhanete İtilmesi

İnançlı Kürtler, emperyalist güçlerin ve onların maşası olan terör örgütlerinin çekim alanına itilmiş, kendi öz taleplerinden koparılmıştır. Bu örgütler, önce silahlı eylemlerle, ardından ideolojik tuzaklarla Kürt halkını hedef aldı. Leninist, Marksist ve komünist çizgideki bu yapılar, dini ve milli değerlerden uzak bir zihniyetle Kürtleri temsil etme iddiasına kalkıştı.

İnançlı Kürt toplumu bu zihniyeti hiçbir zaman benimsemedi. Ancak yıllarca uygulanan baskılar, yasaklar ve görmezden gelinen talepler, bu halkı ideolojik dayatmalara karşı savunmasız bıraktı. Böylece, Kürtlerin tavsiye etmediği, benimsemediği bir siyasi hareket “Kürtlerin tek temsilcisiymiş gibi ulusal ve uluslararası arenada lanse edildi. Bugün de maalesef bu siyasi yapı, hâlâ Kürtlerin temsilcisi olduğunu iddia etmekte, emperyalist odakların desteğiyle bu algıyı diri tutmaktadır.

---

Kaybolan Yıllar ve Ekonomik Bedel

Türkiye’nin son 40 yılı, terör belasının gölgesinde geçti. Devletin kaynakları, kalkınmaya, eğitime, teknolojiye harcanması gerekirken, büyük ölçüde güvenlik harcamalarına yöneldi. Yatırımlar ertelendi, bölgesel kalkınma projeleri kesintiye uğradı.

Oysa huzur ortamı sağlanabilseydi, Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) çok daha hızlı tamamlanacak, tarım ve enerji gelirleri hem bölgeye hem de ülke ekonomisine katbekat daha fazla katkı sağlayacaktı.

Yalnızca ekonomik olarak değil, insan kaynağı olarak da ağır bir bedel ödendi. Genç nüfus, ya terör örgütlerinin eline düştü ya da işsizlik yüzünden büyük şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Bu da hem sosyal dokuyu hem kültürel birliği zedeledi.

---

Gerçek Sorun Ne?

Gerçek şu ki; eğer o günlerde Kürtlerin insani talepleri karşılanmış, kültürel hakları tanınmış, eşit vatandaşlık bilinci güçlendirilmiş olsaydı, bugün Türkiye en az dört kez daha fazla kalkınmış olurdu. Ekonomisi çok daha güçlü, toplumsal birliği ise çok daha sağlam olurdu.

Mesele hiçbir zaman “Kürt sorunu” değildi; mesele, Kürtlerin hak ve özgürlükleri sorunu idi. Bu gerçeği görmeyen her bakış açısı hem Kürtleri hem Türkiye’yi kaybettirir.

Artık bu topraklarda ayrıştırıcı dilin, ideolojik dayatmaların değil; kardeşliğin, adaletin ve eşitliğin hâkim olması gerekiyor. Çünkü Kürt de Türk de bu vatanın asli unsurudur; bu coğrafyanın geleceği, birlik ve beraberlikte yatmaktadır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —